Günaydın! Bu sabah kendin için biraz vaktin varsa, seni kendi içinde bir kapının önüne götürmek istiyorum. İçeri girip girmemek senin seçimin olacak. Ben sadece sana eşlik etmek istiyorum…
Aslında muhtemelen bu kapının namını duymuşsundur çok kez. Dillere destan oldu ama anlamı unutuldu. Herkes önemsedi ama kimse benimsemedi. Bir çok tarifi vardı, anlatması kolaydı ama önüne kadar varanlar olsa da, kapıyı çalan pek olmadı… “Duygusal farkındalık” kapısı, çoğumuz için kapalı kaldı.
Normalde bu kapıdan duygular gelir geçerdi. Hiç biri kalıcı değildi; gelir, kendilerini tanıtır, verdikleri dersle bizi büyütür, sonra çeker giderlerdi. Gel gör ki, günlerden bir gün zaman bizim için hızlandı, sorumluluklar arttı, kaynaklar azaldı. Zihin kendini acil duruma aldı, bu mücadeleyi yönetmek için kalesine kapandı. Kale bu, duvarlar sağlamdı. İster içeriden ister dışarıdan olsun, kontrolsüz geçişler yasaktı. Böylece kapılar kapandı. Duygular ya hiç gelemedi, ya da gelenler esir kaldı, geçip de gidemedi…
Dersler alınamadı, bağlar kurulamadı, duygunun tanımı dahi karıştı: Gel zaman git zaman, olayların içindeki dramlar, duyguların yerini aldı. Olgunlaşacağına insanoğlu, yavanlaştı. Olay ne olursa olsun ezbere bir dram içeride hazırdı: Hep aynı öfke, aynı kendine acıma, içinden çıkılmaz döngülerde bile isteye kaybolma… Eşiyle kavga eden hep haklı ve mağrurdu, patrondan azar yiyen fakir ama gururlu, işleri yolunda götüremeyen ise kayıtsız şartsız mağdurdu. Senaryolar hiç değişmeyince çözümler de aynılaştı; bir çok hızlı çözüme ulaşması kolaydı ve böyle böyle bağımlılıklar çoğaldı. Herkes gidişatın farkında oldu ama kimse umurunda olmadı.
Evet… Eğer varsan, işte gidip tam önünde duracağımız kapı bu. Oraya varınca kapıyı çalabilirsin, durup öylece bakabilirsin, hatta dönüp kaça da bilirsin. Ama bence her türlü gelmelisin. Çünkü bir gün bu kapı kırıldığında, darbenin nereden geldiğini bile anlayamayacak kadar bihaber olmak istemezsin.
Şimdi, madem buralara kadar geldik, sana bir de güzel haber vereyim: pratik ederek, akıl gözünün bu dramları değil de (hem kendi içindeki, hem de karşı taraftaki) gerçek duyguları görebilmesini kolaylıkla sağlayabilirsin. Kendi içindekini geçtim; karşındaki kişinin dahi kendi içinde uğraştığı dağı görebilir hatta belki aşmasına yardım bile edebilirsin. Tartışmalarda kendin olarak var olabilirsin. Yaşın kaç olursa olsun, duygularını (belki de ilk defa) anlayabilir, içinden geçtikleri gibi, aynı şekilde gitmelerini de izleyebilirsin.
Böyle böyle, her sabah uyandığında içinde bulduğun o garip duygu karmaşasından kurtulabilir, kırmak istemediklerinin karşısında tam zamanında susabilir, zamanı gelince sakin ama adil şekilde konuşabilirsin. Hatta dilersen bununla da kalmaz, en yaman kriz anında dahi dikkatini dilediğin duyguya odaklayarak, merkezinde kalabilirsin. Komik ama en başında duyguları görmezden gelerek elde etmeye çalıştığın o güçlü duruşa da, zaten aslında yalnızca bu şekilde erişebilirsin.
Senin kalen, kendini bilmendir: Kendi içini görebilmen, gördüklerini kendine anlatabilmen, şu hayatta yerinden sınırlarından öte, korkularını ve tutkularını bilebilmendir. Zaferin; duygularını fark edip zaman içinde onlarla savrulmak yerine birlikte salınabilecek kadar esnek ve dayanıklı hale gelmendir. Gücün; içinden geçebildiğin olaylardan çok, o olay sırasında senin içinden geçip gitmesine izin verebildiğin duygulardan gelir. Kapıyı ister aç, ister çal; esas olan onun yerini bilmendir.
Şu anda kendi kapının önündesin. Eşlik etmemi ister misin?
Comments