Şimdi sana bir soru: Yüzerken bir köpek balığı ile karşılaşmak mı daha korkutucu geliyor sana yoksa içkiliyken araba kullanmak mı? Süren başladı, düşünmeden cevap ver bakalım amigdalan ne diyor? Oturup düşünürsen işin içine beyninin süper zeki ön kısmı (prefrontal korteks) girer, ki bunu istemeyiz çünkü oyunumuzu bozar. O yüzden yazıp duruyorum, düşünmeyesin diye seni oyalıyorum. Ve işte tekrar soruyorum: hangisi daha korkutucu sence; bir anda yanı başında fark ettiğin köpek balığı mı, yoksa içkiliyken araba kullanman mı? Düüüt! Zamanın doldu. Yaz bakalım aklında bir yere cevabını.
Şimdi de düşünerek cevapla bakalım şu soruyu: Sence hangisi daha riskli? Köpek balığı mı, içkili direksiyon sallamak mı? Riskli demek, istenmeyen bir durumun gerçekleşme olasılığının yüksekliği demek biliyorsun. Gerçek hayatta hangisinin gerçekleşme
olasılığı daha yüksek bir düşün bakalım. Düşündün mü? Prefrontal korteksini iyice çalıştırdın mı? Belki de gerek bile duymadın di mi? Sonuçta sen onun sularına gitmedikçe, bir köpek balığı seni nerede bulabilir ki?
Peki iki soruya verdiğin cevap aynı mı idi? Çok büyük ihtimalle farklıydılar, öyle değil mi? Amigdalan yani beyninin hayatta kalmaya odaklı ilkel kısmı, muhtemelen karşılaştığın zaman hayatta kalma ihtimalinin en düşük olduğu seçeneği korkutucu buldu. Yani köpek balığını. Ama aklı selim kısmın yani prefrontal korteksin oturdu düşündü, hangisinin başına gelme ihtimalinin daha yüksek olduğuna göre karar verdi. Ve içkili araba kullanmayı daha riskli olarak belirledi.
Cevapların böyle idiyse, tebrik ediyorum seni. Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi Çevre Sağlığı Bölümü’nün yaptığı araştırmaya katılanlar da, aynı bu şekilde düşünmüşlerdi. Bu nedenle araştırma sonucu şöyle özetlendi: İçkiliyken araba kullanmak aslında çok daha tehlikeli olsa da, insanlar bir köpek balığı ile karşılaşmayı daha korkutucu bulur. Çünkü gerçekleşmesi halinde, üzerinde daha az kontrole sahip olabileceklerini düşündükleri (bu yüzden de daha çok kaçındıkları) durum odur.”[1]
İşte kontrol ihtiyacımız bizi böyle yanıltır. Kontrolü kaybetmek endişesi, kriz anlarında aklımızı tam manasıyla başımızdan alır. Oturup düşünerek varabileceğimiz yolların tam aksi yönünde koşmamıza neden olur. Oysa kontrol etme güdüsü, en başında kendimizi güvende tutmak için baş vurduğumuz bir ihtiyaçtır. Peki nasıl olur da bizi en kritik anlarda böyle ters köşeye yatırır?
Bunun cevabı aslında sinir sisteminin yıpranmış kısımlarında saklıdır. Belirsizlik arttıkça, güvende hissetme ihtiyacının artar. Güvende hissetme ihtiyacın, ne kadar modern hayat konuları (ekonomi, ilişkiler ya da pandemi) ile ilgili olursa olsun; beynindeki karşılığı eninde sonunda en ilkel olan yere çıkar. Amigdala, güvende hissetmemeyi hayati tehdit olarak algılar.
İşin trajikomik kısmı; modern hayattaki belirsizlikler, ilkel yaşamdakiler kadar hızlı belirmezler ve gene o hızla da yok olup gitmezler. Ekonomik belirsizlik mesela, hayati tehdit açısından bir ayı kadar korkutucu olabilir ama onun kadar somut değildir. Ayıdan belki kaçıp saklanabilirsin ama ekonomik zorluklardan nereye kadar kaçabilir, nasıl saklanabilirsin?
“Savaş ya da kaç”a ayarlı ilkel beynin için, bu savaş demektir. Peki bir savaşı kaç yıl sürdürebilirsin? Üstelik bir ayı ile savaşırsan muhtemelen çabucak kaybedip, sonsuzluğa erersin. İyi bir sonuç olmasa da, hızlı bir sonuçtur. Ancak modern hayatın bir tehdidi ise karşındaki, o zaman kaybede ede savaşa devam edersin. Ve tüm o süre boyunca; ne savaşı, ne hasmını ve sonuç olarak ne de kendini kontrol edemezsin.
Seni mutlu etmeyen ama hala süregelen bir ilişkini düşün mesela; işini, belki eşini hatta kim bilir, kardeşini. Gidebilecek olsan çoktan giderdin, demek ki kopup gidemedin, demek ki öyle kolay gidemeyeceksin. Kararların kontrolünün dışındaki bağlarla bağlı, belki asla çözemeyeceksin. Bu kez belirsizlik değil, birbirine kaynamış hayatlar, paylaşılması gereken kaynaklar var belki işin içinde… Bu kadar karmaşık bir ilişkiler ağını nasıl çözebilir ya da kontrol edebilirsin? Sinir sisteminin yıpranmasına engel olabilir misin?
Öte yandan… Belki de hepsi yolunda idi; işin, ilişkilerin, ekonomik halin… Ama sonra pandemi geldi. Hayatın ne kadar iyi ve güzel olursa olsun, sonuç olarak bir çok köklü açıdan değişti. Ekonomik olarak hala güçlü, ilişkilerinde hala mutlu olsan bile, canını tehdit eden kavramlar üstü bir değişken hayatının boydan boya kaplayıverdi. Bu kez hem belirsizlik, hem karmaşa, hem de can derdi işin içine girdi. Asla kontrol edemeyeceğin kavramlar, sayısal verilere dönüşüp önüne dökülüverdi. Pre-frontal korteksin bile bunca veriye rağmen (hatta belki de bunca veri yüzünden) bu işi çözemedi.
İşte modern hayatın tehditleri en çok bu yönden etkilidir. Belki seni ısıracak dişleri ya da korkunç pençeleri yoktur. Ama tam da bu yüzden, neyle savaşacağını, neyden korunman gerektiğini bilemediğinden, kontrolün dışında kalan unsurlar çoktur. Beyninin en gelişmiş kısımlarıya savaşman gerekir ama zihninin ihtiyacı olan en büyük silah, yani mantığını işletecek bir neden-sonuç zemini yoktur. Üstelik savaş genelde çok ama çok uzundur.
Bu kadar uzun süren streslerin altında, beynin karar vermekten yorulur.[2] Ve mantığının bu çaresizliğini fark ettiği anda, hayatta kalma içgüdün (yani ilkel beynin, Amigdalan) yönetimi devralır. Artık riskli olan değil, korkutucu olan odağındadır. Ya öyle olursa, ya şöyle olursa diye en kötü senaryolar zihnine doluşur. Köpek balığı sanki kapının önünde seni bekliyor gibi olur. Mantıkla ilerlemekte usta olan zihnin, bu duygu seli içinde hiçbir somut veri bulamayıp resmen boğulur.
Kontrol edemediğin binlerce değişken karşısında, el altında kontrol edebildiğin her ne varsa zihnin ona tutunur. Alakasız konularda titizlenir, ufacık şeylerde düzenini korumak, bir şekilde kendini kontrolde hissetmek için çırpınır durur.
Bu işin sonu bazen obsesif kompulsif bozukluk, bazen anksiyete, bazense inkar ya da kronik yorgunluk (tükenmişlik sendromu) olur. Kontrol sende sanırken bir de bakarsın elin kolun bir şeye varmaz, içinden hiçbir şey gelmez, kendine inancın kalmaz, aklından tek bir fikir çıkmaz ve savaşın en hararetli yerinde savaşacak da, kaçacak da gücün olmaz.
Peki böyle durumlarda çıkış yolu nasıl bulunur? Kontrol edemediğin işlerin, ilişkilerin, makro değişkenlerin içinden nasıl sağ çıkılır?
İki yol var, hangisini kendine daha yakın bulursan seçmen için ikisini de yazacağım. İlki, azgın bir nehirde kendine sağlam bir sal yapmak; ikincisi ise kaslarını geliştirerek iyi bir yüzücü olmak gibi düşünebilirsin. İkisi birbirinin alternatifi değil, aslında tamamlayıcısı. İkisini de yapabilsen ne ala ama en azından önce hangisinden başlayacağını seçebilirsin.
İlk yolu, Harvard bünyesindeki bir hastanede araştırmacı olarak görev yapan psikolog Archana Basu öneriyor ve bu 6 basamaklı yöntem özetle şunları tavsiye ediyor[3]:
1. Kontrol edemediklerine değil, edebildiklerine odaklan. Ancak onlara bağımlı hale gelmemeye özen göster.
2. Sadeleş, hayatında gerçekten sana it olan sorumluluklar dışındaki her şeyi ayıkla, temizle ya da erteleyebileceklerini ertele. (Ama bunu yaparken dikkatli ol, zihnin gerçekten sana ait olan sorumluluklar arasından sevmediklerini de erteletmeye çalışabilir.)
3. Sağlıklı limitler belirle ve bunlara uy. Örneğin uykunu erteleme ya da seni fiziksel ve duygusal olarak yıprattığını bile bile sosyal medyada aşırı vakit geçirme.
4. Durumunu yeniden gözden geçir. Unutma, belirsizlik kötü sonuçlar demek değildir.
5. Belirsizliği kabul et. Bu belirsizlikle en iyi başa çıkma yoludur.
6. Akıl sağlığına dikkat et, destek almaktan çekinme.
İkinci yol ise, belirsizlik dalgalarında boğulmamak için kaslarını yani sinir sistemini güçlendirmekten geçiyor. Bu yol, salın olsa bile nehre yüzme bilmeden girilmeyeceği üzerine işliyor. Basamakları yok ama özetle şunları içeriyor:
Daldan çok, kanatlarına güvenmeni destekliyor.
Bu nedenle bakış açını yukarıdaki şekillerde değiştirebilsen dahi, sinir sisteminin belirsizlikler karşısında kırılmadan esneyebilmesi için sana kuvvetini arttırmanın yollarını öğretiyor.
Ve kontrol ihtiyacının yerine farkındalıklı uyum yeteneğini koymana yardım ediyor.
Böylece kontrol edemediklerinin içinde dahi kendine uygun bir yer bulabilecek kadar sağlam ama aynı zamanda risklerin (gerçekten var olanların) farkında olarak uyum gösterebilecek kadar esnek olman için seni eğitiyor.
Aslına bakarsan, ilk yolun son iki basamağında ikinci yol çoktan başlamış oluyor. İyi haber şu ki, aktığı yönü belirleyemesen de, her şekilde hayatın daha güvende ve kontrolü de senin ellerinde kalıyor.
Şimdi beyninin tüm kısımlarını topla ve sor bakalım onlara; acaba belirsizlikte savrulmak yerine bu yollardan geçmeyi göze alabilir misin? Hangi yolu seçersen seç, bunun aktif bir çaba gerektirdiğini ve bu çabayı sarf etmediğin ilk anda zihninin (birazcık olsun Dopamin salgılayabilmek için) erteleme ve/ya panik döngüsüne geri gireceğini sakın unutma.[4] Ve şunu da hatırla: Herkes gibi sen de, istersen başarabilirsin. Acaba ilk hangi yoldan başlamak istersin?
Kapak fotoğrafı: https://unsplash.com/@jakobowens1
Comments